6 Ocak 2015 Salı

Guardian (Bölüm 2)


                                              Bölüm 2

Barney bu çocuğa gıcık olmuştu. Onu korumak zorunda olmasa anında çekip giderdi ama görevi buydu ve bunu yapmak zorundaydı.

Çocuğun adını henüz bilmiyordu. Kıvırcık kahverengi saçlarının bir kısmı yüzüne düşmüştü gözleri de saçları gibi kahverengiydiler. 12 yaşlarında gözüküyordu ve yaşına göre oldukça cesurdu. Son bir haftadır geceleri tüm korkunç ve karanlık yerleri geçmişti. Fakat Barney cesaretin ardındaki korkuyu görüyordu. Amacını bilmese de içinden bu saçma davranan çocuğu korumak gelmiyordu.

Çocuk etrafına baktıktan sonra ağır ağır mağaraya girdi. Mağara dağın alçak bir kısmında olduğundan çıkması kolaydı ve Barney kolaylıkla dağa tırmandı. Dağın en altından bile gözüken mağara yakından daha bir genişti. Barney 5-6 metre genişliğindeki mağaraya daha önce de gelmişti. Vampirler arada buraya uğrarlardı bu nedenle 2-3 kere daha gelmişti.

Mağarayı çok iyi biliyordu. İleride bir metrelik dört ve iki metrelik bir kol olmak üzeri toplam beş kola ayrılıyordu fakat bu kollarda sürünerek ilerlemek zorundaydınız. Tavanları çok alçak olan kollar vampirlere bir tek savaşma şansını veriyordu. Bu nedenle genelde buraya saldırırlardı.

Mağaranın girişinde sol köşede durdu ve kendini gölgelerin arasına saklayıp çocuğu izlemeye koyuldu. Yavaş yavaş da olsa ilerleyen çocuk durunca Barney yayına uzandı. Eline alıp kirişini gerdiği yaya bir ok akıp beklemeye koyuldu.

Çocuk arkasına dönerken Barney yılların eğitimi sayesinde hareket etmeden bekledi. Başkası olsa daha geri çekilmeye çalışırdı ki bu büyük bir hata olurdu. Bu karanlıkta çocuğun Barney’i görmesi imkansızdı fakat hareket ederse bu hareket fark edilebilirdi. Çocuk yeniden ilerlemeye başlayınca karanlıkta kayboldu. Barney etrafa göz attıktan sonra çocuğun peşinden karanlığa adımını attı. Henüz beş, altı adım atmıştı ki çocuk yeniden durdu. Bunun üzerine Barney kenardaki taş çıkıntısının ardına saklandı ve beklemeye başladı.

Bu kez Barney'in hayatını kurtaran ay ışığı olmuştu. İçerisi çok karanlık olmasına rağmen ay ışığının düşürdüğü gölge fark ediliyordu. Çünkü hareket eden tek gölge oydu.

Barney arkasını döndüğünde tahminlerinde haklı çıktığını -gölgenin sahibinin vampir olduğunu- ve tam zamanında döndüğünü anladı. Çünkü vampirin geniş kabzasından çıkan küçük üçgen şeklindeki bıçağından son anda kurtulmuştu.

Hızla düşünmeye başladı. Çocuğun onu görmemesi ve duymaması gerekliydi. Çünkü kurallara göre koruduğu insanın hayatı söz konusu olmadıkça onu bilmemesi gerekliydi. Önce kılıcı düşündü. Yakın mesafede uzun ve etkili bir silahtı fakat hızla vazgeçti. Kını demirden olan kılıç çıkarken o bilindik sesle kendisini ele verirdi.

Peki ya hançer? Tabi ki de olurdu. Deri kılıfından sessiz bir şekilde çıkabilirdi. Geriye tek bir sorun kalmıştı. Gereken şey sessiz bir ölümdü. Vampirin bağırmaması gerekliydi. Aynı zamanda silahlarda çarpışmamalıydı. Bu sesler çocuğun onu fark etmesini sağlardı.

Tüm bunlar aklından geçerken yılların deneyimi ipleri eline almıştı. Elleri her şeyi biliyormuşçasına harekete geçti. Sol eliyle çıkardığı hançeri direk soldan bir hamleyle rakibine savurdu. Vampir tam hamleyi karşılayacakken istek dışı bir hareketle hançeri sağ eline atıp yakaladı. Havaya kaldırdığı elini boğaza, nefes borusuna doğru savurdu.

Her şey öyle ani oldu ki Barney gibi vampir de sadece ölürken gözlerini büyüterek Barney’e bakabildi. Hiç ses çıkmamıştı ama bu son değildi. Çocuğa döndüğünde ölümü kabullenmiş bekleyen birini gördü. Haklıydı da, kendisinin üç katı kadar bir vampirle savaşamazdı. ''Ama hayır! Bugün ölmeyeceksin çocuk!'' diye geçirdi içinden. Saniyeler içinde attığı ok vampiri tam kalbinden vurduğunda Barney az da olsa gülümseyebildi.

Çocuk ona dönerken ise gülümsemesi silindi. Şimdi çok sinirlenmişti. Bir ok daha taktı. Iskalamamalıydı. Yoksa her şey biterdi.

İyice konsantre oldu. İşaret parmağı dudağına değene kadar gerdi yayını. Hazırdı şimdi. ''Tek bir atış kaçırmak yok'' dedi ve oku bıraktı.

Hızla giden ok hedefe yöneldiğinde Barney’in kalbi sıkıştı. Tutmazsa diye korkuyordu ama içinden bir his daha ok yola çıkmadan önce bile başardın diyordu.

Gözlerini kapadığı ve nefes almadığını fark etti. Derin bir nefes aldı ve yavaş yavaş gözlerini araladı. Vurmuştu! İkinci kez tam kalbinden . Hedefi yavaşça devrilirken Barney tekrar gülümsüyordu.




Guardian (Bölüm 1)

                                                  
                                                 Bölüm 1

Bulutsuz gökyüzünde yükselen ay her zamankinden daha büyük ve daha parlak gözüküyordu. Buna rağmen burayı aydınlatamıyor karanlıkta bırakıyordu. Louis bu kocaman mağaranın derinliklerine doğru korkak adımlarla ilerliyor her an biri çıkacakmışçasına etrafı gözlüyordu. Son birkaç gecedir gittiği yerlere oranla daha bir karanlık duruyordu burası.

Louis bir an durdu ve arkasına baktı. Çıkış oradaydı işte! Arkasını dönüp birkaç adım atması yetecekti. Tüm bunlara bir son verebilir, evine döner, okulunu bitirir hatta bir işe başlayabilirdi. Birden içini bir çaresizlik hissi kapladı. Dönmek ve bu klasik insan hayatını yaşamak istemiyordu.7 yaşından beri izlediği filmlerdeki, okuduğu kitaplardaki kahramanlar gibi bir maceracı olmak istiyordu.

Şimdi olduğu yerde duruyordu. Ne ilerliyor, ne de geri dönüyordu. Tahminine göre mağara az ilerde kollara ayrılacaktı. Oraya kadar gidebilir ve az ilerde neler olduğunu görebilirdi. Ya da bir korkak olup geri döner ve eski yaşantısına devam ederdi


Birden kararını verdi. ''Buraya kadar geldim geri dönemem'' diye geçirdi içinden. Yavaş yavaş karanlığa doğru ilerledi. Ayakları titriyor ağırlığını zar zor taşıyorlardı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Buna rağmen korkusuyla başa çıkmaya çalışıyordu. Küçükken annesinin ona öğrettiği yöntemi hatırladı.

''Eğer bir gün korkarsan gözlerini kapat ve çok daha güzel bir yerde olduğunu hayal et. Kısa bir süre korkun dinecektir.'' demişti annesi. Belki de çok iyi bir yöntem değildi ama denemeye değerdi.

Louis gözlerini kapadı. Nereye gitmesi gerektiğini düşünürken aklına o daha beş yaşlarındayken ailecek bir haftalığına gittikleri tatil geldi.

Louis'in ailesi fakir bir aileydi. Çoğu yiyeceği hiç yiyememişlerdi. Neredeyse hiç evden çıkmazlardı. Evleri ise küçücüktü. İki odadan oluşan evin en büyük odası bile iki koltuk ve bir televizyondan fazlasını alamıyordu. Louis'in bir kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı. Üç kardeş bir odada kalıyor ve annelerinin yere serdiği ince örtünün üstünde uyuyorlardı.

Beş yaşından beri öyle bir tatile bir daha gidememişti. Bu nedenle aklına ilk orası gelmişti. Masmavi denizi uzakta görünen tekneleri hayal etti. Louis o gece yüzmeyi öğrenmişti. Babası ve kendisi dışında kimse yüzmeyi bilmiyordu. Bu aklına gelince az da olsa gülümsedi. Çok korkmuyordu artık.

Yavaş yavaş gözlerini açtı ama bulmayı beklediği denizden eser yoktu. Tekrar o karanlık ve korkunç dünyada, yapayalnızdı. Fakat bir şeyler farklıydı. Neyin farklı olduğunu düşünürken karanlıkta dikilen adamı fark etti.

İlk önce bu adamın evsiz bir dilenci olduğunu düşündü fakat dikkatli baktıkça adamın bir dilenciyle alakası olmadığını anladı.1.80 boylarındaki adamın üstünde yırtık kıyafetlerden ziyade Louis'in daha önce hiç görmediği kadar şık kıyafetler duruyordu. Yeşil beyaz kareli spor gömleğini yeşil bir kotla tamamlamıştı. Siyah ayakkabıları yeni boyanmış gibi parlıyordu. Yavaş yavaş kelleşmeye başlamış saçlarını yana taramıştı. Gözleri karanlıkta görülemeyecek kadar siyahtı. Burnu ise geniş ve kısaydı.

'' Hayır kesinlikle bir dilenci değil'' diye düşündü. İyi ama burada ne işi vardı. Gecenin karanlığında mağarada değil evinde olması gerekirdi.

Adam ona gülümseyince içini yine bir korku kapladı. Korkmasının nedeni adamın neden burada olduğu değildi. Çünkü artık bunu biliyordu. Adamın sipsivri dişlerinin arasında diğerlerinden biraz daha uzun iki dişi daha vardı. Tırnakları ise aynı dişleri gibi uzun ve sivriydiler. Bu saatte burada bulunmasının tek nedeni karanlıktı.

Birden adam tırnaklarını göstererek Louis'e doğru yürümeye başladı. Adamın uzun, keskin tırnaklarına karşın Louis'in kendini savunacak hiçbir şeyi yoktu ve eğer düşünceleri doğruysa hayalleri gerçekleşmişti ama birkaç saniye sonra sadece hayalleri değil, tüm hayatı son bulacaktı.

Louis ölmek üzereydi. ''Keşke geri dönebilsem'' diye düşündü. O örtünün üstünde uyumak bile çok uzaktı artık. Bir vampir üzerine geliyordu ve geri dönüş neredeyse imkansızdı.

Louis gözlerini kapadı ve ölüme hazırladı. Yapabileceği tek şey buydu. Yerdeki bir-iki taşla bir vampiri öldüremeyeceği çok açıktı. Tabi ki arkasına dönüp kaçabilirdi ama vampirleri çok hızlı yaratıklar olduğunun bilincindeydi. Denese, hatta çıkışa ulaşıp yardım istese bile gecenin ortasında, mağaranın dışında insandan çok vampir bulmaktan korkuyordu.

Birden bir ses duydu. Tanıdık bir sesti bu. Kardeşleriyle sapan onarken birkaç kez taş yanından geömiş ve aynen buna benzer bir ses duymuştu. Fakat bu bir taş değildi. Daha hızlı ve daha büyük olmalıydı. Hemen ardından acı içinde bir çığlık duyuldu.

İlk başta öldüğünü ve bu sesi kendisinin çıkarttığını düşünmüştü. Ama hayır yaşıyordu.

O an aklına gelen fikir imkansızdı belki ama olmuştu işte. Bir kez daha hayalleri gerçekleşmişti. Ok sesiydi bu, bildiğimiz okun sesi!

Yavaş yavaş gözlerini açtığında gördüğü şey ölü bir vampirdi. Üstündeki yeşil kareli gömleği kandan kırmızıya dönmüş ve vampirin tenine yapışmıştı. Tam kalbine saplanan ok bir tek arkasından atılmış olabilirdi. Peki ama oku atan kimdi?

Şimdi aklındaki tek şey okun ikinci hedefi olup olmadığıydı. Gecenin bir yarısında mağaranın derinliklerinde bir vampirle birlikteydi. Elbette adam onun bir insan olduğunu değil de bir vampir olduğunu düşünecekti. O kadar uzaktan bu karanlıkta tırnaklarını ve dişlerini görmesi imkansızdı. ''Durun!'' diye bağırmak istemesine rağmen sesi görünmez bir el tarafından sıkılmış gibi boğazından geçemiyordu.

Yavaşça arkasına döndü. Karşısındaki adam karanlıkta çok görünmese de azıcık ay ışığında parlayan kafası kel olduğunu gösteriyordu. İlk atıştan sonra ise hedefini kaçırmayacağı belliydi. Derken adam oku doğrulttu ve bir atış daha yaptı. Yaydan çıkan ok döne döne ilerlerken Louis'in anıları şeritler halinde gözlerinin önünden geçiyor ve ona ölmek üzere olduğunu unutturuyordu.